Birkaç gün içerisinde 8 Mart Dünya kadınlar gününü kutlayacağız. Yine her yerde çeşitli söyleşiler yapılacak, güzel mesajlar paylaşılacak, kadınların geleceğine ilişkin iç açıcı temennilerde bulunulacak. 

Olmasın demiyorum, olsun hatta daha fazlası olsun. 

Ancak bu özel güne ilişkin bir konuda tanık olduğum hikâyeyi sizler ile paylaşmak istiyorum. 

Ünlü Feminist yazar Virginia Woolf ile tanışmam 2002 yılına denk geldi. Kendisi ile olan ilişkimizin hala çok güzel ilerlediğini söyleyebilirim. Elbette vefat etmiş olması bu ilişkimize pek bir engel değil. Filozofun dediği gibi “Yazmak bizi ölümsüz kılar!” 

“Pazartesi ya da Salı” adlı eseri ile birimize ile ilk selamı verdiğimizde bir öğrenciydim. Türkiye’ye yeni dönmüştüm ve kendimi yalnız hissediyordum. Belki bu nedenle Virginia Woolf’un da hayatını ve eserlerini anlamakta hiç güçlük çekmedim. 

Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Basın ve Yayın Bölümünde aldığım “Toplumsal Cinsiyet ve Medya” dersi o zamanlar kafamda bazı parçaların yerine oturmasını sağlamıştı. 

Sonra bazı rahatsız edici bazı gerçekleri keşfettim;

•    Dünyada bulunana paranın büyük bir kısmı erkeklerin hesaplarında yer almaktadır,

•    Savaş ve doğal afetlerde genelde kurtulanlar ve daha az görenler erkektir,

•    Ev ve arsa sahipliği konusunda pastanın büyük dilimi de erkeklere aittir,

•    Eğitimde yukarıya doğru çıkıldıkça kadınların sayısı azalır,

•    Çalışma hayatında ve siyasi yaşamda da yukarı doğru çıkıldıkça kadınların sayısı azalır,

•    Gelişmiş ülkelerde bile aynı işi yapan kadınlara ödenen para erkeklere göre daha azdır,

ve daha niceleri… 

Virginia Woolf yıllar yıllar öncesinde yazmanın aslında başta kadınlar olmak üzere herkes için bir çıkış yolu olduğunu keşfetmişti. Kadının özgürlüğü yazmak ve kendine ait bir alan üzerinde aramıştı. 

Eğitim ve okuma ile başlayan bir farkındalık…

Farkındalık bir tohum gibidir. Bir toprağa tutundu mu gelişir, büyür ve sürekli olarak farklı alanlara çiçek açar. 

O zamanlar gelişen bu farkındalık akademik hayatımda da devam etti. HIV pozitif kadınları ve sorunlarını çalıştım, ayrımcılığı çalıştım, aile içi cinsel istismarı çalıştım… 

Ancak okumak, araştırmak yetmiyor. Konu ile yüze kalınca her şey değişiyor. 

Edirne’de yaşadığım yıllarda hafta sonunu genellikle il dışında geçirirdim. Bu benim için kişisel bir gelenek haline gelmişti. Hafta sonu benim için sürekli bir yere gitmek, seyahat etmek, gezmek, arkadaşları görmek anlamına geliyordu. 

Bir hafta sonu tatilimi uzatarak biraz uzaklara gitmeye karar verdim: Antalya’ya!

Antalya’daki kısa tatilimde öğle yemeğimden hemen sonra yıllardır dostluğunu hissettiğim, arkadaştan çok öte olan bir kadından bir mesaj aldım: “Okan, müsait misin? Konuşmalıyız!”

Bir şeylerin yolunda gitmediği kesinlikle ortadaydı. Bunu mesajın dilinden ziyade arkadaşımı çok iyi tanımış olmamdan anlamıştım. 

“Bir şeyler yolunda değildi!” 

Bir hafta sonra onunla ve birkaç arkadaşımla buluştuk. Taksim yakınlarındaki evinde güzel bir sofra kurmuş olan arkadaşım matem havasında bizi karşıladı. Yemeğe geçtiğimizde hepimizin aklında aynı soru vardı: Ne olmuştu? 

Yemeğin orta yerinde arkadaşım konuya birden girdi. İnsan bazen söylemek istemekten korktuğu şeyleri aniden ağzından fırlatır atar. O da öyle yaptı. 

“Ben cinsel tacize uğradım, iş yerinde…”

Sustu, elindeki çatalı dikkatlice masaya bıraktı. 

“Bu ilk değil” dedi… 

Masanın orta yerine büyük bir bomba düşmüş gibi olduk. Sinirlenme, kızma, nefret, inkar, üzülme, şok, şaşırma adına ne derseniz deyin birçok duygu iç içe geçti, bakışlarımız önümüze eğildi ve sustuk. 

Aslında susmamalıydık. 

O an gerçek anlamda ilk kez bu konu kadar yakın bir şekilde karşımdaydı. En yakın dostlarımdan birine olmuştu. 

Birden bir çıkış yolu belirdi aklımda, derinlerde… 

Yazmak; evet yazmak bir çıkış yoludur. Anlatmak, konuşmak, insanlara duyurmak…

Bunu yaptık. O gece aldığımız bu kararı uyguladık. 

Bir adım attık, sonra bir adım daha ve bir adım daha…

Dünyada hangi türden olursa olsun bir şekilde ayrımcılığa uğrarsak, aslında olup biteni yazmalıyız. Bu sadece kişisel tarihimiz için değil aynı zamanda geleceğimiz için, konuyu gündeme taşıyarak başkalarının da hayatını kurtarabilmek için önemlidir. 

Yazmalı, anlatmalı ve herkese duyurmalı… 

Tacize uğrayanlar, yazmalıdır, konuşmalıdır, anlatmalı ve ifşa etmelidir. Sadece tacize uğrayanlar değil; mobinge maruz kalanlar, maddi ve manevi olarak istismar edilenler, ayrımcılığa uğrayanlar, şiddet görenler, ötekileştirilenler, toplumsal önyargılara kurban edilenler…

Susmak bir işe yaramıyor.