Bu yazıyı kaleme alıp almama konusunda çok düşündüm. Bu yazı ile büyük bir tartışmanın fitilini ateşleyeceğimden eminim. Ancak toplumda akademisyenin görevlerinden biri toplumsal konulara farklı bakış açıları getirebilmektir. Ben de bu misyon ile bu hafta köşemde Pandemi ve Biyoterörizm konusunu ele almak istiyorum. 

Malumunuz olduğu üzere COVID-19 Pandemisi içerisindeyiz. Bu pandeminin sona ermesi için uluslararası toplum, hükümetler, bilim insanları büyük bir fedakârlık içerisinde. Hepimizin temel hak ve özgürlüklerimizden gönüllü olarak çeşitli ödünler verdiğimiz bir dönem. Bu pandeminin ekonomik ve beşerî faturasının ne olduğunu hala bilmiyoruz. Tüm insanlığın bu faturayı nasıl ödeyebileceği konusunda da bir tahminimiz şu an için yok. 

Aslında bu salgını durdurmak o kadar zor değil. Biraz mesafe, biraz temizlik, maske ve olabildiğince evde kalabilmek salgını durdurmanın temel anahtarı. Bir hastalığa yakalanmaktansa onu önlemenin daha avantajlı olduğunu biliyoruz. İş COVID-19 Pandemisi olunca bu kurallara uymaya çok daha fazla ihtiyacımız var. Bu kurallar şu an içinde aslında bir zorunluluk. 

Bir zamanlar birden ortaya çıkan HIV/AIDS Pandemisinin önü birçok ülkede bu şekilde kesildi. Kurallara uymak, tedaviye uymak ve bilinçli olmak… 

Ancak özellikle yaygın medyada yer alan haberler pandemi döneminde maske takmayı reddedenlerin haberleri ile dolu. Hatta COVID-19 ile enfekte olup evde karantinada olması gerekenlerin sokakta veya misafirlikte olduğunu sıkça görüyoruz. Bir de yeri gelmişken bir de yeri gelmişken maske takmanın faydasının olmadığını söyleyen komplo teorisyenleri var ki… 

Bu yazıyı aslında onların durumunu ele almak için yazdım. 

Onlar için ne desek boş sanırım... 

Yakın tarihimizde bir hastalığın varlığını reddeden, tedavi olmayı kabul etmeyen, tüm bilimsel önerilere ve gerçeklere karşı kulaklarını tıkayan birçok grup oldu. Ancak bu gruplar ve iddialarının ömrü çok uzun olamadı. En yakın dönemde kanser inkârcılarını ve AIDS inkarcılarını buna örnek gösterebilirim. 

1980’li yıllarda bilim dünyası yeni bir tür terörizmi konuşmaya başladı. Bilindiği üzere nükleer terörizm gibi birçok farklı terörizmden bahsetmek mümkün. O yıllarda ortaya çıkan yeni kavram biyoterörizm olarak adlandırıldı. Bu kavram en temel şekilde bir hastalık ajanının veya sporunun topluma isteyerek ve bilerek yayılması olarak tanımlanabilir. Elbette arkasındaki amaç bu durumun bir terör eylemi olarak sayılması için ele alınması gereken en önemli kriterdir. 

COVID-19 ile mücadele ettiğimiz günümüzde bu komplo teorilerinin varlığına inanarak veya baka bir amaçla hastalığı yaymaya çalışmanın insanlık açısından hiçbir şekilde iyi niyetli olarak görülebilecek bir yanı yoktur. Hele ki, hasta olduğu halde bunu umursamadan veya kötü amaçlı olarak gerekli önlemleri almayanların hiçbir şekilde mazereti olamaz. 

Kanunlarımızda da bir hastalığı bilerek bulaştırmak ve bunun sonucunda ortaya çıkacak zarara ilişkin belirlenmiş cezalar olduğunun altını çizmek gerekiyor. 

COVID-19 bilimsel çalışmalara göre doğal yollar ile oluşmuş ve yayılmış bir virüs. Ancak bunun yayılmasını sağlamak, gerekli önlemleri almamak, gerekli önlemlerin alınmasını engellemek, sosyal medyada ve yaygın medyada önlemlerin veya tedavinin uygulanmasına yönelik bilim dışı görüşleri yaymak, tedaviyi sabote etmek, insanları tedavi veya aşı olmamak için ikna/teşvik etmek, kendi sağlığı konusunda yalan beyanlarda bulunmak, tedavi için çalışan sağlık personeli, kolluk güçleri veya bilim insanlarını engellemeye çalışmak, şiddet uygulamak… 

İşte bu eylemlerin tümü, bütün dünya insanların hayatının tehlikede olduğu bir dönemde masum görülemez. Arkasındaki amaca göre bir terör eylemi bile sayılabilir. 

Unutmayalım, COVI-19’a karşı kendimizi korurken aslında birçok kişiyi de koruyoruz. 

COVID-19 konusunda Güney Kore’de yaşanan 31 no.lu hasta vakasını hatırlayalım. Tek bir hasta binlerce ve hatta on binlerce kişiyi enfekte etmişti. COVID-19’un ülke geneline yayılmasında baş sorumlu ilan edilmişti. 

Bilmeden…?