"Adım Sevda Çakar. 1977 Sakarya Hendek doğumluyum. İlk orta lise ve önlisansımı Sakarya’da  tamamladım. Lisansımı ise Atatürk Üniversitesi’nde tamamladım. 2004’den beri Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde hemşire olarak çalışıyorum. Yaklaşık 14 yaşımdan beri şiir, deneme, mektup, günlük yazıyor olsam da 2 yıl önce ilk şiir kitabım Hüznü Sevda’yı yayınladık. Hüznü Veda ise pandemi çıkmasaydı Temmuz’da basılacaktı ancak yoğun tempoda hazırlayamadım maalesef. Evli ve 18 yaşında dünya tatlısı ve meleği bir evlat sahibiyim. 

İlk kez ölmekten korktum

Kimse anlamamıştı neden bunca sene sonra yoğun bakımda çalışmak istediğimi. Ama kararım netti. Yoğun bakımda birilerine bağımlı yaşamları görmem lazımdı ölmeden önce. Çünkü ilk kez korkmuştum ölmekten. Kanser tanısı aldığım zaman doktoruma söylediğim ilk şey ben kemoterapi alamam. O kadar güçsüz kalamam gelip gidip hastanelerde vakit geçiremem. Benim evde bakıma muhtaç bir oğlum var.

Her hastaya oğluma bakar gibi bakıyorum

Evet annelerin en büyük korkusu evlatlarının acısını görmek, engelli annelerinin ise evladından önce ölmek derlerdi. Evlat acısı bambaşkadır eminim ama ben ilk kez belki de gelecek kaygısını o günlerde yaşadım. Ve henüz ameliyat ertesi ilk verdiğim karar oğlum gibi bakıma muhtaç insanlarla ilgilenmem gerektiği oldu. Genel tarama ile erken tespit edilmesi sayesinde kısa sürede ameliyatla toparlayıp işime yoğun bakımda devam etmeye başladığımda ise kararımın çok doğru olduğunu anladım. Meslek hayatımın en doyuma ulaştığı yerdeyim artık. Ve her muhtaç hastama bakarken, oğluma bakar gibi bakıyorum. Çok yoruluyorum ama diyorum ki bu emeklerim oğlumun önüne bir gün gelecek. Ve annesi gibi kimse bakamaz belki ama iyi bir hemşire olarak ileride oğluma bakabilirler.

Büyük bir karmaşa, belirsizlik ve korku…

Bu şekilde sakin ve huzurla çalışırken bir karışıklık bir tehlike içinde bulduk kendimizi. Dünya genelinde bir virüs ve pandemi. Öyle bir şey ki çocukları gençleri etkilemiyor ancak kronik hastalığı olanları öldürebiliyor. Bulaşması çok kolay ve özellikle yoğun virüse maruz kalan sağlıkçıların ölüm haberleri yayılmaya başlıyor. Büyük bir karmaşa belirsizlik ve korku yayılmaya başladı. Daha önceki Sars, Kırım Kongo gibi salgınlarda da görevde idim ancak artık kanseri atlatmış ve daha ileri bir yaşta idim ve hastalığı kapma  en önemlisi de noroloji hastası oğluma taşıma riskim çok fazla idi. Süreç başladığında günlerce düşünüp git geller yaşadım. İdari izin hakkım vardı ancak oğluma şuan babası bakabilecek durumda iken yoğun bakımı tercih etme nedenim ile çelişkiye düşemedim. Öyle ya, ya oğluma bakan hemşire bir gün imkanı varken görevden çekilmeyi tercih ederse! 

Oğlumun sesini duymak ama görmemek ağır gelmeye başladı

Uyku problemi yaşıyorum uzun süreden beri. Her gece bunları düşünerek uyumak çok kolay olmuyor. Yan odadaki oğlumun sesini duymak ama görmemek öyle ağır geliyor ki uykularımda  rüyalarımda görmeye başladım. Ama rüyalarda da ses yok. Telefonun uzun sesine uyandım. Galiba üçüncü kez arıyordu arkadaşım. Her akşam yatmadan önce nöbette olan bir arkadaşımı arayıp beni uyandırmasını istiyorum çünkü kaçta uyuyabileceğimi kestiremiyorum. Sabah mesaiye gidebilmek için birinin uyandırması gerekiyor bu günlerde. "Az daha uyusam oğlumun sesi gelir mi" derken telefonun alarmı başlıyor bu kez. Kesin kalkma zamanı. Oğlum uyanmadan evden çıkarsam o günüm daha iyi geçiyor. Uyandığında yanına ilk giden olamamak üzüyor beni her seferinde. En iyisi usulca çıkmak evden. Şimdilik elimden gelen kapı eşiğinde birkaç saniye dinlemek nefesini. Onu korumak için, ona olan sözlerimi tutmak, ona layık bir anne olabilmek için şimdilik elimden gelen bu. İyi bir hemşire olmak. 

Zorlu yolculuk başladı

Sevdiklerimize  öğüt verirken sağlıklı beslenin güçlü kalın diye uyanıp ilk kahve suyu ısıtmak da neyin nesi aslında ama ne yapalım. Terzi de kendi söküğünü dikemiyormuş. Tam zamanında çalan ilaç alarmı ile üç çeşit ilacımı içip ardından koyu bir kahveyi alelacele bitirip çıktım evden. Arabamız olsa da taksi ile gidip geliyorum çoğunlukla. Sonuçta aniden lazım olsa eşimin aynı aracı kullanmasını istemiyorum. Ne illet bir şey bilmiyoruz hala nerede ne kadar canlı kalıyor diye... Benden sonra eşimin kullanması ve oğlumla ilgilenmesi bile risk benim gözümde. Taksici sormuyor artık nereye gideceğimi. Yoğun bakım binasının önüne çekiyor “Kolay gelsin hemşire hanım” diyor. Uzattığım paranın küsuratını almadan para üstü çeviriyor minnetle bakıyoruz birbirimize.

Herkesin 2020 yılına ait bir pandemi hikayesi olacak elbet. Ertelenen planlardan bahsedilecek, geri kalan eğitimden, dört duvarı anlatacak kimisi, bazısı hiç giremediği o dört duvarı özleyecek...

Mesai başlıyor

Artık biraz daha erken gelmeye çalışıyoruz nöbete. Malum işe başlamadan hazırlık yapmamız gerekiyor. Nöbeti devir almadan önce kişisel koruyucularımızı depodan alarak çalışma alanımıza giriyoruz. Bizden önceki şiftte neler olduğunu bilmediğimiz için her an her alanda tedbirli davranmak durumundayız. Günaydınlaşıyor servis sorumlumuz Havva hemşire. Hayatımda hiç bu kadar pozitif bir kadın görmedim. Sesindeki nezaket ve yüzündeki gülümseme ile huzur veriyor adeta. Güne güzel başlıyoruz onunla. Sabah vizitini yapıyoruz diğer sorumlumuz Canan hanımla. Akşam olan bitenleri bugün için yeni planları konuşuyoruz. Ve artık iş zamanı. Üçer hastamız var. Gece  serviste durumu kötüleşen bir hastayı yoğun bakıma almışız. Bir başka hastamızı entübe etmiş solunum cihazına bağlamışız. Hastalarımızın saatlik vital aldığı çıkardığı ve monitör takiplerini yeni yapılan yoğun bakımlardan cam kapılar ardında yapmamız tabi ki bizim için bu dönemde büyük bir nimet. Ancak yine de hastalarımızın temel yeme, içme, temizlik ihtiyaçlarını karşılamak için yanlarına girmemiz de şart. Birçok yerde meslektaşlarımızdan duyduğumuz günde bir tane verilen maske tulum gibi ihtiyaçlarımız sürekli kontrol ediliyor sağlık işleri müdürümüz Burçin hanımın organizasyonunda ihtiyaçlarımız gideriliyor. Burçin hanım siperlik yapımını öğrenmiş internetten. El yapımı siperlikleri yapmışlar arkadaşları ile. Kişisel olarak hepimize dağıtıldı çok tatlı olmuşlar en azından hem ucuz hem kişisel. O halde kullanma zamanı. 

Tam 15 dakikada giyiniyoruz

Normalde yoğun bakımda yatan hastalarımızın altını değiştirmekle kalmaz, bası yarası oluşmasın diye sık pozisyon değiştirir, koruyucu kremler ile masaj yapardık. Bulaşma riskinin çok yüksek olması nedeniyle sık giremesek de yanlarına, temel ihtiyaçlarını  karşılamak tabi ki ihmal edilemez bir görev. Hasta yanına girerken tüm ekipmanlarımızın tam olmasına dikkat ediyoruz. Tam 15 dakika sürüyor giyinmek. Fazla kişiyi riske atmamak adına ekstra bir durum yoksa tek kişi giriyoruz. Ve en az bir kişi dışarıdan destek oluyor. İçeride iken malzeme ihtiyacı olursa tekrar tekrar girip çıkma olmasın istiyoruz. Resmi ve bilimsel olmasa da bu şekilde maskeler siperlikler ve cam kapılar ardından iletişim kurarken işaret dilimiz gelişiyor. Bu da bize bir artı galiba. Akşam yoğun bakıma alınan hastanın yanına girdim  elimde sadece bir paket süt, bir rolon, ekmek ve biraz peynir ile. İlaçlarını vereceğim ve biliyorum ki halen eski insanlarımız aç karnına ilaç içmiyor, önemsiyor bunu. Şuuru açık hastalara ayrı üzülüyoruz kapalı olup solunum cihazına bağlı olanlara ayrı. Her ikisinin de zorlukları başka hem hasta hem de bizler açısından. 

Korkuyu görüyoruz gözlerinde

Korkuyu görüyoruz hastaların gözünde ve seslerinin titrediğini duyuyoruz. Ne kadar da tanıdık aynı biz aslında. Hasta olmanın ya da olmamanın önemi yok artık. Her an herkeste her şekilde bulunma ihtimali var. Hastam bir şeyler yiyip  ilaçlarını içtikten sonra öksürerek akciğerde biriken sekresyonu atması için postüral drenajını yapıyordum ki dışarıda bir karışıklık dikkatimi çekti. Biraz kısa tutup odadan çıktım. Ama tabi o kadar kıyafeti çıkarmak yine biraz zaman aldı. Çıktığımda yoğun bakım bina sorumlumuz Nihal hemşire olduğunu sonra anladığım bir hemşire ve bir doktor içeride bir hastaya kalp masajı yapıyordu. Daha gece solunum cihazına bağlanan hastanın maalesef kalbi durmuş o sırada yoğun bakımları gezen Nihal hemşire hemen dalmış hastanın yanına. Meslek hayatımda gördüğüm en soğukkanlı en eli çabuk ve ani kararların, krizlerin hemşiresidir. Uzun yıllar birlikte çalıştığımız için de ayrı bir dostluğumuz ve bağımız vardı ki mesleki ve insani boyutta çok şey öğrenmiştim yanında. Yine yapmış işini dedim ama koskoca yoğun bakım binasında hastaya o anda denk gelip müdahaleye bir sorumlu bir müdür olarak dalması da öncelikli mesleğine olan o saygısından başka ne olabilir ki.  Şimdilik başarılı olunan bir uygulamadan sonra kim bilir ki bu masajla çalışan kalbin ne kadar dayanabileceğini. O kargaşada tulumların içerisinde ıslanan formamı unutmuş olduğumu vücudumda hissettiğim bir üşüme ile hatırlıyorum. Ama geçti artık biraz ter kokarım belki ama diğer hastalara da girip işleri bitirdikten sonra gerekirse değiştiririm deyip bu kez Ayşe Hemşireye destek olmak için dışarıda bekliyorum. Öğlen olmuştu bile ve biz hastalarımızın yanına henüz birer kez ancak girebilmiştik. Gerçi bir şeylerini eksik bırakmadık ama dedim ya işte garip geliyor hepimize... 

Ya bana da bulaştıysa…

Daha yakın yani adı üstünde yoğun bir bakım alanında daha az yanında olmak hastanın. Diğer yoğun bakımdan bir arkadaş geldi gözleri şişmiş ağlamaktan. Şaşırıp telaşlandık tabi ki. 2 gün önce testi pozitif çıkan Sibel  hemşire arkadaşın annesi ve çocuğu da pozitif çıkmış. Sibel hemşire ile  daha 4 gün önce birlikte çalıştık. Birlikte yan yana hemşire odasında yemek yedik. Ya bana da bulaştı ise! Evet ben 4 gün önce ama birçok arkadaşımız geçen günlerde birlikte çalışmışlardı ki hepimizin olma ihtimali vardı sonuçta. Durum anabilim dalı başkanımız Prof. Dr. Birgül hocaya iletilince genel tarama kararı verdi hocamız. Yarın sabah tüm çalışanlardan test alınacak. Yüzde 60 ihtimalle de olsa içimiz rahat olacak en azından. Bir çoğumuz test yapılmadan eve gitmeme kararı aldı bile. Eve gitmemek kolay verilebilecek bir karar değil tabi ki ama nedeninde sevdiklerini korumak var sonuçta. Ki Sibel hemşire yaklaşık bir ay eve gitmemiş ancak nöbet iznine denk gelen 3 gününü evde geçirmek isteyip eve gittiğinin ertesi günü ateşi olmuş ve bir gecede bulaşmış olmuştu. 

Nöbet bitiyor…

Biraz çökse de moralimiz henüz bitmemişti görevimiz. Hepimiz artık hastalarımıza bakarken bir sevdiğimiz için korkar olduk. Kendimizi, bu mesleği belki de seçerken, düşünmemeyi öğrendik ama biz hemşire olduğumuz için bu hastalığı kapma riskleri, bu sorumluluğun yükü ile çalışmaktan daha fazla yoruyor bizi. Ara sıra dibe düştüğümü hissediyorum... Düşmeyen sağlıkçı olduğunu ise hiç sanmıyorum. Kendimizden biliyoruz artık. Karşımızdaki kişi ne hissediyor diye. Bu kadar düşünce ve duygu yoğunluğunda bedensel olarak yaptığımız hiçbir iş ağır gelmiyor ve ne zaman akşam olduğunu anlamıyoruz bazen. Tam da bugün kadar karışık bir gündeki gibi. Nöbeti devir edip çıkarken diğer yoğun bakımdan çıkan Şirin hemşireyi gördüm "nasılsın" dedim, "nasılsan" dedi… 

Gazete Eskişehir Ekspres'ten...