Geçtiğimiz hafta, Türkiye'de başta 22 Ocak'taki Manisa-Akhisar’da büyüklüğü 5.4, ardından da Ankara-Akyurt'ta büyüklüğü 4.5 olan deprem meydana geldiğini hatırlatan Jeoloji Mühendisleri Odası Eskişehir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Can Ayday, "Jeoloji mühendisleri odası olarak deprem ülkesi olduğunu her fırsatta yenilediğimiz ülkemizde bu ve bunun gibi depremlerin yaşanması kaçınılmazdır. Jeoloji Mühendisleri Odası olarak bu doğal afete karşı en önemli görevimiz halkımızı uyarmaktır. Odamız Genel Merkezi Yönetim Kurulu bu konuda bir basın açıklaması yaparak sorumluları ve ilgilileri bu konuda yeniden uyarmıştır. Bu uyarı içinde yaşadığımız yerleşim yeri olan“Eskişehir ili ve yerleşim yerinin deprem üretme potansiyeli yüksek aktif fayların geçtiği hatlar üzerine oturduğu vurgusu yapılmıştır. Bu vurgu bilimsel araştırmalara dayanmaktadır. TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Eskişehir Şubesi olarak
şubemize bağlı illerden Eskişehir ve Kütahya’da Deprem Riski’nin yüksek olduğunu bir kez daha açıklamak ve hatırlatmak isteriz. Bu konuda tüm ilgili ve sorumluları uyarmayı görev biliriz" dedi.

Ayday, son depremlerden ardından TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odasınca yayınlanan deprem raporunu da aktardı. O raporda şu ifadelere yer verildi:

"Gerek Manisa-Akhisar ve Ankara’da meydana gelen depremler, gerekse son aylarda İstanbul, Balıkesir, Denizli gibi farklı illerimizde meydana gelen orta büyüklükteki depremler, ülkemizin 1999 Marmara depreminden sonra geçen 20 yıllık süre zarfında, deprem zararlarını azaltacak önlemler ve yasal düzenlemeleri gerçekleştiremediğini bir kez daha bize göstermiştir. Odamız tarafından Türkiye Diri Fay Haritası baz alınarak yapılan incelemede, “Aksaray, Bolu, Sakarya, Yalova, Bursa, Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın, Denizli, Erzurum, Kahramanmaraş, Hatay, Hakkari, Muğla, Eskişehir, Kütahya, Bingöl” 18 ilimizin merkez yerleşim birimleri ile yine 80’ni aşkın ilçe merkezi ve ilk belirlemelere göre 502 köyümüzün deprem üretme potansiyeli yüksek aktif fayların geçtiği hatlar üzerine oturduğu anlaşılmaktadır.

Yukarıda belirtilen il, ilçe ve köylerde yer alan, yaklaşık 100.000’ne yakın binanın doğrudan fay hattı veya zonları üzerinde yer aldığı, fay hatları üzerinde yer aldığı belirlenen binaların yıkılarak bu alanların konut amacıyla kullanılmasının engellenmesi gerekirken, bunun aksi durumunu içeren düzenleme “ 2/2512 sıra sayılı Coğrafi Bilgi Sistemleri ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Hakkındaki Kanun Tasarısı” teklifi TBMM Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda kabul edilmiştir. Söz konusu düzenlemenin 11 ve 13. maddesi ile 19 kişiye özgü ve onlara ekonomik yarar sağlamayı amaçlayan “kişiye özgü düzenleme” ile fay hatları veya zonları üzerine inşa edilen, imar kanununun geçici 16 maddesi gereğince (imar barışı düzenlemesi) “yapı kayıt belgesi” alan binaların güçlendirilmesini içeren düzenlemede, komisyonda kabul edilmiştir.

Kanun tasarı teklifinin bu haliyle kabul edilmesi durumunda fay hatları veya zonları üzerine doğrudan oturan binalar güçlendirilse bile ülkemiz insanının yaşamını yitirmesine ve mal kayıplarına neden olmaya devam edecektir. TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak bir kez daha uyarıyoruz!

1- TBMM yukarıda belirtilen ihtisas komisyonunda kabul edilen eklektik düzenlemelerde belirtildiği şekilde “ beton karot numunesinin nasıl alınacağı ve denetleneceğine” ilişkin düzenlemeler yerine, afet zararlarının azaltılmasını esas alacak şekilde, 3194 sayılı İmar, 4708 sayılı Yapı Denetim, 7269 sayılı Afet, 2872 sayılı Çevre ile 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanuni düzenlemeleri bütünlüklü olarak ele alarak, ülkemiz insanın ihtiyaçları çerçevesinde yeniden düzenlenmelidir.

2- ABD’de olduğu (Kaliforniya fay yasası) gibi, aktif fay hatları veya zonları üzerine bina inşa edilmesi yasaklanmalı veya özel jeolojik araştırmalardan sonra bina inşa edilip edilmeyeceğine ilişkin yasal düzenlemeler acilen gerçekleştirilmelidir.

3- Günümüzde Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Başkanlığı “acil durum ve müdahale” iş ve işlemlerini yürütür bir konuma sürüklenmiş bulunmaktadır. Deprem ve depremlerle mücadele kurum iş yükü arasında ikinci, hatta üçüncü plana itilmiş durumdadır. Birçok gelişmiş ülkede olduğu gibi “DEPREM ARAŞTIRMA DAİRESİ BAŞKANLIĞI” ülkemizin jeolojik araştırmalar kurumu niteliğinde olan MTA Genel Müdürlüğü bünyesine alınmalı, deprem araştırmaları ve alınacak önlemler bütünlüklü olarak koordine edilmelidir.

Sonuç olarak ülkemiz insanının can ve güvenliğini yok sayan, yasal düzenleme eksikliği, kurumsal altyapı, organizasyon ve eşgüdümün olmadığı bir ortamda deprem zararlarının azaltılmasının “yapı üretim süreçlerinde betonda karot numunelerin alınması ve denetlenmesi” ile mümkün olamayacağı, imar, planlama, kentleşme, çevre, yapı üretim ve denetim ile Afet kanunların bütünlüklü olarak ele alınıp değerlendirilmesi, ortak akıl ile ülkemiz insanın talepleri çerçevesinde “afetlere karşı güvenliği esas alan” bir şekilde yeniden düzenlenmesi ile mümkün olacağını düşünüyoruz.