Eskişehir’in yaşayan belleği Ali Naki Erdoğan gazetecilik mesleğinde geride bıraktığı 30 yılını Eskişehir Ekspres’e anlattı...

Gazetecilik çok zor bir meslek. Uzun yıllar ‘gazeteci kalmak’ ise daha zor. Eskişehir’de bunu başarmış bir isim Ali Naki Erdoğan. Basındaki herkesin Naki abisi… O kadar çok anısı var ki onları anlattı Naki abi. 

Çok küçük yaşlarda başlamış haber yazmaya ve emekliliğe kadar sürdürmüş mesleğini... Eskişehir Ekspres’in konuğu olan Ali Naki Erdoğan, anılarını anlattı ve mesleğe yeni başlayanlara da tavsiyelerde bulundu. 

Seni tanıyamayanlar için kısaca kendinden bahseder misin?

1970 yılında Eskişehir’in Seyitgazi ilçesinde dünyaya geldim. Liseye kadar eğitimimi burada tamamladım. 10 yaşımda yani kendimi bildiğim yaşlarda çalışmaya başladım. Üç kardeşiz. Babam uluslararası tır şoförü olduğu için gittiği ülkelerden üç ayda, beş ayda, bazen bir yılda bir geldiği oluyordu. Onun için okul haricinde çocukluğum hep çalışmakla geçti. Yaz tatilinde de ilçemizin esnafları yanında çalışarak para kazandım. Para kazanmanın ne demek olduğunu, hayatın nasıl zor şartlar altında geçtiğini çocuk yaşlarda öğrendim. 

Gazeteciliğe nasıl başladın?

Okulda Edebiyat hocamız bana duvar gazetesi çıkartalım demişti. Bir tane pano yaptık. ‘Okulumuzdan Haberler’ diye bir köşe hazırladık. Sonra ben okulda yapılan bütün etkinlikler ile ilgili yazı yazıyordum ve bu duvara asıyorduk. Gazetecilik adımım da aslında böyle başladı. Öğretmenim bana her gün bir tane ulusal gazete almamı söyledi. Aldığım gazetenin bütün haberlerini sınıfta okuyordum. Bu şekilde gazetecilik hevesim de başlamış oldu. Lise bittikten sonra Eskişehir’e gezmeye gelmiştim tesadüfen İstikbal Gazetesi gördüm. Orada ilçelerde görevlendirmek üzere muhabir aranıyor diye bir ilan gördüm. Gazeteyi aldım adresi buldum gittim başvurdum. “Ben bu işi yapmak istiyorum” dedim. Üniversite sınavına da girdim basın yayın okumak için ancak olmadı kazanamadım. Sonra beni kabul ettiler ilçe muhabiri olarak görev verdiler. Fotoğraf makinem yoktu o zamanlar, şimdiki dijital ortam yok, bilgisayar yok. Haberleri dosya kağıtlarına yazıyordum. Haberlerim fotoğrafsız çıkmaya başladı, ‘Ali Naki Erdoğan-Seyitgazi’ şeklinde imzam atılınca dünyalar benim oluyordu. Üniversite sınavını kazanamayınca bir gün Eskişehir’e geldim bana ne yapmak istediğimi sordular. O zaman ki Yazı İşleri Müdürüm Vedat Alp’di. Bir haberim dikkatini çekmiş. Ne yapmak istediğimi sordular ve bana “Eskişehir’e gel” dediler. Ancak geleyim de kalacak yer yok… Yine de ben geldim Eskişehir’e ve “Ben bu işi yapacağım” dedim. Bir sene ilçeye gidip gelmekle geçti. Şimdi 30 yıllık gazeteciyim, emekliyim, ancak tabi hala çalışıyorum… 

Emekli oldun, ancak dinlenmeyi tercih etmedin, yine mesleğini devam ettiriyorsun, bunun sebebi nedir?

Ben mesleğime aşığım. Çok seviyorum bu işi. Aile hayatım bile yeri geliyor ikinci plana düşüyor düşünün. Bir şey oluyor çıkıp gidiyorum, tarif edilmeyecek bir hastalık. Bu işi yapabilmek için içinden gelmesi gerekiyor. Bu iş için koşturacak ter dökeceksin. Ama zevkini de yaşayacaksın... Gazetede haberini gördüğün zaman o mutluluk bambaşka. Kendi haberim gazetede çıkınca  defalarca okurum. 

30 yıldır unutamadığın birçok anı biriktirmişsindir. Bunlardan bir kaçını anlatabilir misin?

Bir gün Eskişehir’in Gazipaşa Mahallesi’nde iki kişinin öldürüldüğü bir cinayet olayı olmuştu. Tabi bende araba yok, imkan yok. Gazipaşa da Eskişehir’in çıkışında bir mahalle. İstihbarat Şefimiz Mehmet Çil vardı, o yaz tatiline çıkınca polis telsinizi bana verdi, bu telsizi  iyi dinle dedi. Bende ev felan yok, gazetede yatıyordum. Devlet Hastanesi’nin acil servisinde yatıyordum. Hem haber peşinde koşuyordum hem de kalıyordum. Olay yerine ajansın arabası ile gittik. Tecrübeli olduğum için fotoğraf makinemi arabada bıraktım. Diğer gazeteci arkadaşlarım makineleri ile çıktılar ve izin vermediler onlara fotoğraf çekmeleri için. Bizden öldürülen kişilerin vesikalık fotoğraflarını isterlerdi. Şimdi her yerden bulmak kolay fotoğrafları ancak o zaman zordu. Yanıma fotoğraf makinemi almadım ve sadece telsizle indim arabadan. Beni polis zannettiler. Baya kalabalık vardı ve ben telsizle kalabalığın içinden geçtim ve içeri girdim. Cinayetin işlendiği odaya girdim ‘Sakın kimse girmesin’ dedim. ‘Peki amirim’ dediler. Duvarda asılı iki fotoğraf gördüm, birini çağırdım ve ‘Öldürülen bunlar mı?’ dedim. Duvardaki fotoğrafları çerçeveden çıkardım, tişörtümün içine sakladım ve dışarı çıktım. Aileye başsağlığı diledim. Diğer gazeteci arkadaşlarımın yanına gittim, onlar içeri giremediler, fotoğraf da alamadılar. Cihan vardı o zaman Anadolu Ajansı’nda. “Gidelim buradan” dedim. Olay yerinden ayrıldık. Ben gazetede haberi toparladım. Vedat Alp, bana “Öldürülen şahısların fotoğrafları var mı?” diye sordu, gösterdim. Ve biz olayı İstikbal’de manşet yaptık. Öldürülenlerin fotoğrafları ile birlikte… Ertesi gün bu haber diğer gazetelerde fotoğrafsız çıktı, ajansta fotoğrafsız geçti tabi haberi. Haber bir tek bizde fotoğraflı çıkınca ertesi gün arkadaşlar benim üzerime yürüdü… Hiç unutamadığım anılardan bir tanesidir bu. Arkadaşlarım yaklaşık bir ay benimle konuşmamıştı ve haklılardı ama gazetecilikte de haber atlatmak önemli bir şey...
Yine bir gün Devlet Hastanesi ambulans servisinde yatıyordum gece. Birden hareketlendik,  hasta taşınan yerle şoförün olduğu yer arasında ara bir cam var. Orayı açtım, “Habere gidiyoruz” dediler, çıktık makinemi hazırladım hemen. Bir araç Porsuk’a uçmuştu. Aracı çıkarttılar içerisinde kadın vardı. Kadın ölmüş. Kadını ambulansa bindirdiler. “Ben nerede gideceğim” dedim, “Sen de arkada geleceksin” dediler. “Ön tarafa sıkışalım beni de oraya alın” dedim. Almadılar öne. Ön tarafa kesinlikle almıyorlardı. Cesedi olay yerinden çıkartırlarken çektim ve bir tek ben vardım gazeteci olarak. Benim olduğum yere cesedi sedyeyle getirdiler, kapıyı da kapattılar. Ambulansların bir özelliği vardır, kapı kesinlikle içeriden açılmaz. Çıkmaya çalışsan çıkamazsın, kaçamazsın. Araç hareket etti, kafamı şoförle sağlık memurlarının olduğu kabine uzattım ben. Ceset yanımda ve bakamıyorum korkudan. Ambulans sallandıkça suya düşen kadın baya su yuttuğu için, sular çıkmaya başladı ağzından. Korkudan bakamıyordum bile. Şoföre hızlı gitmesini söyledim, o da “Yaralı yok ki, ölü var araçta. Hızlı gidemem” diyor. Neyseki Devlet Hastanesine vardık. Camdan baktığımda gazetecileri gördüm. Ambulanstan indirilirken cesedi çekmek için ellerinde makine hazırlanmışlar tabi. Benim içeride olduğumu bilmiyorlar. Ambulansın arka kapısı açıldı ben ellerimi kaldırıp ‘Sürpriz’ diye bağırdım. Benim böyle bağırmamın nedeni, haberi ilk ben yakaladım, olay yerinden fotoğrafları çekip geliyorumun havasını atacaktım. Aşağıya indim, üç dört kişi peşimden geldi, “Sen ne demek istiyorsun” dediler. Ben anladım ölen kişinin yakınları olduğunu ve kaçmaya başladım. Yakaladılar ve beni dövdüler. Kolum sarılı ve gözüm morarmış gazeteye geldim. Bu dayağı hiç unutmuyorum…

İlk işe başladığında maddi imkansızlıklar var ve kalacak yerin bile yok. Şimdi ise imkanlar daha iyi evin var. Kıyaslarsan o zamanlar mı daha mutluydun şimdi mi?

Çok zor bir soru. Çok büyük zorluklar yaşadım ancak yine de o zamanlar daha mutluydum. Kış günü eski otogarda sabahlamak, sabahçı kahvesinde sabahlamak, Seyitgazi’ye gidememek zordu tabi. Gazetede patronum halimi gördükten sonra bana oda tahsis etmişti. Evim oluncaya kadar burada kalabileceğimi söylemişti. Küçük bir odam vardı ama mutluydum. Bir olay olduğu zaman Adalar’dan hemen fırlıyordum habere. Kendimi ‘gece muhabiri’ diye tanıtıyordum. Bu şekilde Devlet Hastanesi’nde kalabiliyordum. Hastanede çalışanlarla aile gibi olmuştum. 

Bu kadar yoğunluğun arasında evlenmeye nasıl karar verdin?

Bir gün sabah Adalar’da erkenden kalktım bir kafeye oturdum, çay içiyorum. Üç dört yaşlarında bir çocuk babasıyla el ele geziyor, oynuyorlar. Ben onlara bakarken bir duygulandım. Benim de böyle bir çocuğum olsa aynı onlar gibi koştursam diye hayal ettim ve evlenmeye karar verdim. Kafama göre, hayalimdeki gibi biri inşallah çıkar karşıma diye düşündüm. Eşimle görücü usulüyle tanıştım. Bir gün babam ve annem beni düğüne götüreceklerini söylediler. Beni aldılar gazeteden. Gittiğimiz yerde düğün felan yok, kız görmeye gidiyoruz da demediler. Halam da vardı, girdik eve. Oturdum bekliyorum öyle. Bir kız geldi çay getirdi. Halam beni dürtmeye başladı ama yüzüne bakamadım. Ben yine bir şey anlamadım. Bir ara dışarı çıktım orda anladım. Beni kız görmeye getirmişler. Orda bir kıvılcım hissettim ve evlenmeye karar verdim. İki tane de çocuğum var, ellerinizden öper...

Eskişehir’de ses getiren, sıradanlığın dışında uzun süre konuşulan, haberleri de genelde sen yapıyorsun bunu nasıl başarıyorsun?

Yetiştirilme tarzından… Beni öyle yetiştirdiler. Özel haber yapmak önemli. Spor, hastane muhabirliği yaptım. Emniyet, adliye muhabirliği, sendika, esnaf sektörleri her şeyi araştırdım. Beni öyle bir yetiştirdiler ki, yeri geldi fırça attılar yeri geldi takdir ettiler. Herkesten farklı haber yapmayı bana öğrettiler. Herkesin yaptığı haberi götürdüğümde o haber manşet olmuyordu… 

Deneyimli bir gazeteci olarak mesleğe yeni başlayanlara ne tavsiye edersin?

Bu işi para kazanmak için, evlenip hayat sürdürebilmek için yapmak istiyorlarsa şimdiden vazgeçsinler. Benim kızım da baba mesleğini çok istiyordu. Ben kesinlikle kabul etmedim ben tavsiye etmiyorum. Şu zamanda yapılacak iş değil. Ben neden başladım? Benim zamanımda böyle değildi. Hayat da bu kadar pahalı değildi. Aldığım paranın kıymeti vardı. Ancak parası olup da bu işi severek zevk için yapmak isteyen olursa tavsiye ederim. 

Gazete Eskişehir Ekspres'in Ağustos sayısından...