Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Oytun Meçik, Gazete Eskişehir Ekspres'e önemli açıklamalarda bulundu.

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Oytun Meçik ile ekonomi üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Meçik, pandemi öncesi ve sonrası ekonomi ile ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu. Meçik’in Eskişehir ekonomisi üzerine yorumları ise dikkat çekici. 

Doç. Dr. Oytun Meçik, “Okuyucular hiç iyi haber vermiyor olmama kızabilir, ancak zor bir kışın bizi beklediğini söylemek zorundayım. Bunda hem kısa vadeli hem de uzun vadeli bazı değişkenler rol oynuyor” diye konuştu.

Gelir eşitsizliğinin artması ve yoksullaşmanın artması gibi önemli sorunlar gündemde

Hocam sizinle tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi ve ekonomiye etkilerini konuşmuştuk geçen yıl. Şimdi geçen süreçte durum nedir ve bu etki daha ne kadar sürecektir?

Pandeminin başladığı dönemde konunun uzmanları dışında toplumda oluşan genel kanaat, bu dönemin birkaç ay içerisinde atlatılacağı ve her şeyin eskisi gibi olacağı yönündeydi. Bu süreçte aşı başta olmak üzere toplum sağlığına yönelik pek çok uygulama gündeme geldi, fakat bunların kısa vadeli faydaları beklenen düzeyde olmadığı gibi, uzun vadeliolarak sunacakları performansı ise ancak gelecekte net bir şekilde görebileceğiz. Pandeminin başladığı günden bu yana zaman ilerledikçe dünya ülkelerinin önceliği -beklendiği gibi- sağlık alanından ekonomiye doğru kaydı. Zira bu süreçte dünyada üretim ve tedarik zincirlerinin aksamaya uğraması ve dolayısıyla makroekonomik düzeyde potansiyel üretimin azalması ve daha yerel düzeyde olsa da piyasa düzeyindeki aksaklıklar sebebi ile karşı karşıya kalınan ve dünyada olduğu gibi ülkemizde de yaşanan yüksek enflasyonun yarattığı toplumdaki gelir eşitsizliğinin artması ve yoksullaşmanın daha da ön plana çıkması gibi önemli sorunlar gündeme geldi. 

Ülkeler arasında ortak bir ekonomik yaklaşım yok

Gelinen noktada dünya ekonomisi için GSYH büyümesinin bu yıla kıyasla 2023'te daha da yavaşlayacağı öngörülmekte ve bu bağlamda küresel ekonomideki gelişmelerin açıkça ortaya koyduğu görünümün küresel bir durgunluk tablosuna karşılık gelmekte olduğunu söylemem mümkündür. Kuşkusuz bu tablonun bileşenleri arasında Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesi başta olmak üzere dünya üzerindeki uluslar arası gerilimler ve neredeyse tüm dünyaya sirayet eden düzensiz göç olgusu da yer almaktadır. Söz konusu ekonomik gelişmeler ve bunların ülke ekonomileri ve toplumlar üzerindeki etkileri yer yer değişiklik gösterebilmektedir. Ancak mutlak olarak bu etkinin kısa vadede ortadan kalkacağını ifade etmek mümkün değildir. Çünkü pandemi ile başlayan ve bugün ekonomik sorunlarla mücadele etmeye yönelik politikalarda kendini gösteren ülkeler arası yaklaşımlardaki farklılaşma eğilimi keskin biçimde sürmektedir. Bunu daha açık ifade etmek gerekirse, ülkelerin hem ekonomide karşı karşıya oldukları sorunların tespiti hem de buna yönelik çözüm yolları konusunda ortak bir yaklaşıma sahip olmamalarının, küresel ekonomik görünümün iyileşmesi bakımından gerekli iyimser beklentileri oluşturması için uygun bir iklimi yaratma olanağı sunmadığını söyleyebilirim. 

Ekonomi politikalarındaki yanlışlarda ısrar ediliyor

Şu an neredeyse her ekonomik kesimden insan, durdurulamayan zamlarla mücadele ediyor. Bu durum hakkında düşünceleriniz nelerdir?

Pandemi sonrasında dünya piyasa dinamiklerinin bozulmasına yol açan gelişmelerle birlikte yükselen bir enflasyon tablosu ile karşı karşıya kaldı. Ancak bu hadiseyi iki boyutta ele almak gerekir. Gelişmiş ülkelerin pek çoğu -Ukrayna ile savaş halinde olan Rusya da dahil olmak üzere- artan enflasyon olgusu ile karşı karşıya olmakla birlikte bu ülkelerdeki enflasyon oranlarınınnadiren çift haneye yükseldiğini görüyoruz. Mevcut koşullar altında küresel ekonomide enflasyonist eğilimin sürmesi beklense de diğer boyutta ele almamız gereken Türkiye ekonomisinden farklı olarak, bu ülkelerde gözlenen enflasyonist eğilimin söz konusu ekonomilerde büyük bir tahribat yarattığını söylemek mümkün değildir. Türkiye’de yaşanan enflasyon oranları ise 2022’de dünya zirvesine yerleşmiş durumdadır. Doğal olarak, bu oranların ekonomideki tezahürü insanların güçlü bir hayat pahalılığı olgusu ile karşı karşıya kalmasıdır. 90’lı yıllar Türkiye’sini tecrübe etmiş her insanın bildiği “enflasyon canavarı” metaforu da böylece yeniden gazete sayfalarında ya da televizyon ekranlarında kendini göstermeye, hatırlatmaya başlamıştır. Bu konuda üç hususa dikkat çekmek gerekir. Birincisi toplumun enflasyon tecrübesinin beklenti ve davranışlarda hızla bozulma yaşanmasına zemin hazırlaması, ikincisi enflasyonist eğilimin yükseliş gösterdiği sürenin uzamasının fiyat artışlarının sürmesi için uygun ortamı güçlendirmesi ve üçüncüsü de dünyadan farklı olarak ekonomi politikalarındaki yanlışlarda ısrar edilmesidir. Bu üç husus, gelinen noktada ne yazık ki Türkiye ekonomisinin küresel ekonomide ayrı bir yere konumlanmasında rol oynamaktadır. 

İklimden siyasete zor bir kış bizi bekliyor 

Daha kısa vadede, korkulan bir kış var, sizce kış nasıl geçecek?

Okuyucular hiç iyi haber vermiyor olmama kızabilir, ancak zor bir kışın bizi beklediğini söylemek zorundayım. Bunda hem kısa vadeli hem de uzun vadeli bazı değişkenler rol oynuyor. Küresel ekonominin ve bilhassa Türkiye ekonomisinin yüksek enflasyon ile karşı karşıya olması, toplumun her açıdan yüksek faturalarla yüzleşmesi sonucunu doğuracaktır. Buna ek olarak dünyanın hem enflasyonist eğilimler hem de Rusya-Ukrayna krizi odaklı enerji arz sorunları ile baş başa kalmasının çok büyük problemlere zemin hazırlayabileceğini ifade etmek gerekir. Bütün bu sorunların yanı sıra belki daha fazla endişelenmemiz gereken, fakat gündelik meselelerin yanında genellikle bir kenarda kalan, küresel iklim değişikliğini de eklememiz gerekir. İklim değişikliği nedeniyle her geçen gün mevsimsel etkilerin topluma dönük olumsuz sonuçlarının çok daha büyük boyutlarda gerçekleştiğini gözlemliyoruz. Bu kimi zaman kuraklık nedeniyle üretimde gerileme, kimi zaman yoğun yağışlar nedeniyle büyük çaplı doğal afetler, kimi zaman da yangınlar şeklinde karşımıza çıksa da toplumların öncelik sıralamasında ne yazık ki gerilere düşmektedir. Dolayısıyla ekonomiden enerjiye, enerjiden iklime ve seçim için geri sayımın başladığı Türkiye ekonomisi için eklemek gerekirse iklimden de siyasete uzanan pek çok açıdan zor bir kışın bizi beklediğini söyleyebilirim. 

Rantiyeye yönelik niteliksiz bir yapı ile karşı karşıya kalıyoruz

Eskişehir ekonomisi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Eskişehir ekonomisini çeşitli açılardan inceleyen, Eskişehir ekonomisi ile ilgili pek çok araştırma yapan ve Eskişehir’in, Türkiye’de ve hatta dünyada hak ettiği konuma gelmesini en fazla arzu eden kişilerden biriyim. Ancak geçmişten bugüne Eskişehir ekonomisini gözden geçirdiğimde çok olumlu şeyler söyleyemiyorum. Eskişehir’imizin değerli basın mensupları ve köşe yazarlarının da sık sık değindiği gibi, geçmişte sahip olduğumuz kazanımlarımızı gün gün kaybeden ve diğer şehirlere kıyasla yenilerini de ortaya koyamayan bir durumdayız. Eskişehir’e dair araştırmalarımın gösterdiği ve pek çok platformda sıklıkla dile getirdiğim bir tespitim var bununla ilgili. “Küçük olsun, benim olsun” anlayışı nedeniyle birlik ve beraberlik arzusunu eyleme dönüştüremiyoruz. Bugün ülkemizin çeşitli şehirlerinde kamu ile özel sektörün ya da üniversitelerin pek çok ortak girişimini, projelerini, yatırımlarını görebilirsiniz. Eskişehir’de ise bunların oldukça sınırlı olduğunu vurgulamam gerekir. Belki okuyucularımız güncel ekonomik gelişmelerle bu tespitlerin bağlantısını kurmakta güçlük çekebilirler. Halbu ki şehrin dinamikleri ekonominin daha etkin olmasını, üretime ve katma değere dönük kazanımların ortak bir irade ve gayret ile elde edilebilmesini sağlayabilir. Ancak gündelik konuların yanında önemsiz gibi görünen bu husus, şehrin orta ve uzun vadedeki yerini belirler. Maalesef Eskişehir bu yüzyılın ilk çeyreğinde bu bakımdan iyi bir sınav veremedi. Yükseköğretim kurumları, sanayisi, ticari aktörleri ve kurumları ile Eskişehir’içok daha gelişmiş, müreffeh ve dinamik bir şehir olarak görebilmek için bu birlikteliğin sağlanması gerekiyor. Eskişehir ekonomisinin bugününe baktığımızda ise açıkladığım gerekçelerle arzu ettiğimiz katma değeri üretebilen bir yapı ile değil de rantiyeye ve kısa vadeli getiri elde etmeye yönelik niteliksiz bir yapı ile karşı karşıya kalıyoruz. Ancak 21. yüzyılın pandemi ile hızlanan ya da safha değiştiren yapısal değişmeleri ile baş edebilmek için ekonomide bugüne kadar ihmal edilen hususların artık ıskalanmaması gerektiğini vurgulamam gerekir. 

Gençlerin eğitim süreçlerine daha fazla kafa yormak gerekiyor 

İstihdam sorunları, üniversiteli işsizler, ekonomik kriz gibi konular yeteri kadar konuşuluyor mu sizce. Özellikle pandemiden birçok meslek etkilendi. İnsanların alışveriş alışkanlıkları dahi değişti. Biz bu hızlı gelişime ayak uydurabiliyor muyuz?

İçinde bulunduğumuz yüzyılın hızlı değişimlerle hayatımızı biçimlendirdiğini ifade etmiştim. Bunun dünya üzerinde farklı ülke ya da bölgelere haliyle farklı yansımaları söz konusu. Bu değişim sürecinin Türkiye ekonomisine en önemli etkisi işgücü piyasası üzerinden gelmekte. Fakat bugün aldığımız kararların belki yaklaşık yarım asır sonrası için etkili olduğu eğitim ve istihdam politikaları bakımından doğru adımları atmakta olduğumuzu düşünmüyorum. Bunun en açık göstergesi ülkemiz işgücü piyasasında gözlemlediğimiz eğitim-iş uyumsuzluğu olgusudur. Bunun cari dönemdeki etkilerinin hafifletilebilmesi için çeşitli adımlar atılıyor olsa da eğitim basamağının alt kademelerinden bu yana toplumun doğru bir yönelim elde etmesinin sağlanamaması, ülkemizin kısıtlı ve değerli kaynaklarının boşa harcanması sonucunu doğurmaktadır. Bu yüzden her zamandan daha fazla işgücü piyasasının gereklerine ve ülkemizin geleceğini şekillendirecek gençlerin eğitim süreçlerine kafa yormak gerekiyor. 

Yenilikçi ve iktisadi bakımdan piyasa koşullarında rekabet edebilir işler ayakta kalacak

Sizce geleceğin meslekleri nedir, gençlere ne tavsiye edersiniz?

Dünya, Endüstri 4.0 ile birlikte üretim, ekonomi, mevcut meslekler gibi birçok alanın değişim ve dönüşümünü hızlı bir şekilde yaşamaya başladı. Pandemi ise bu değişim ve dönüşümlerin toplum yaşamına yansımasında adeta bir çarpan etkisi yaptı. Yeni teknolojiler ve mevcut teknolojilerdeki ilerlemeler çok kısa bir süre içinde ekonomiyi ve toplum yaşantısını alışılagelmişin ötesine taşırken, ülkeler küresel rekabet yarışında ilk sıralarda yer alabilmek için vizyonlarını ve hedeflerini yetkinliği yüksek beşerî sermaye sahibi olmaya, katma değeri yüksek dijital hizmet ve ürünler geliştirmeye yöneldi. Dolayısıyla mesleklere dair geçmişte bildiğimiz doğrular hızlı bir şekilde değişmekte ve yarının dünyasında bugünün gençlerini çok daha farklı koşullar beklemekte diyebilirim. Ülkemizde 80’li ve 90’lı yıllarda toplumdaki trend daha çok kamuda işe girmek veya düşük ücretli olsa da sigortalı olan ve devamlılık arz eden işlerde istihdam edilmek şeklinde olsa da, özellikle pandemi deneyimi sonrasında iş dünyasının esnek istihdam koşullarını daha fazla ön plana çıkardığını, bireylerin belirli bir cari dönemdeki en iyi koşulları sağlaması olasılığının garantili biçimde uzun bir döneme yayılması imkânının neredeyse ortadan kalktığını, işlerin dijital olanaklar sayesinde çok daha farklı zaman ve mekanlarda gerçekleştirilebildiğini keşfettiğimizi söyleyebilirim. Bu yüzden geleceğin meslekleri hangi alanda olursa olsun, dijital olanakların olabildiğince içerisinde dâhil edildiği, katma değer yaratan, yenilikçi ve iktisadi bakımdan da piyasa koşullarında rekabet edebilir işler olacaktır. Fakat mevcut işlerden niteliksiz ya da düşük seviyede nitelikli işgücü istihdamının ve dolayısıyla kolaylıkla dijitalleşmesi veya otomasyonu söz konusu olan hizmetler sektörü işlerinin gelecekte yerlerini yapay zekâ ve otomasyona dayalı işlere bırakacaklarını ve gençlerimiz için istihdam alanı olmaktan çıkacağını söylemek mümkün. Türkiye’deki mesleklere genel olarak baktığımız zaman, bu dönüşümle birlikte işlerini kaybetme olasılığı yüksek olanların toplam istihdamdaki paylarının neredeyse yüzde 60 civarında olduğunu vurgulamam gerekir. Bu yüzden gençlerimizin yaratıcılığa dayalı, tasarıma yönelik, düşünceye dayalı insani özelliklerin öne çıktığı işler ve bu alanlardaki mesleklere yönelmesinin faydalı olacağını düşünüyorum. 

Eğitim ve istihdama yönelik politikalar ülkemizin geleceğini şekillendirecek

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Dünya ekonomisi pandemi sonrasında iklim ve enerji krizinin yanı sıra göç ve siyasi krizlerle birlikte zor bir döneme giriyor. Türkiye ekonomisi de dünya ekonomisindeki bu olumsuz tablo ile ciddi bir yapısal bozulmayı yaşadığı bir dönemde karşı karşıya kaldı. Nitekim Türkiye ekonomisinin 2002’de dünya ekonomisinden aldığı pay yüzde 0,6 iken atılan önemli makro reform adımları sayesinde 2013 yılında bu pay yüzde 1,2’ye kadar yükselmişti. Ancak maalesef 2013’ten günümüze bu pay yeniden yüzde 0,8’e kadar gerilemiş durumdadır. Bu iki dönemin karşılaştırması; ekonomide kurumların politika yapma kapasitesinin artırıldığı, merkez bankası bağımsızlığının öne çıktığı, enflasyonla başarılı bir şekilde mücadele edildiği, ihracatın ve verimliliğin belirgin seviyede arttığı, doğrudan yabancı yatırımın ülkeye çekildiği bir dönem ile ekonomide gerekli adımların doğru zamanda atılamamış olduğu ve dolayısıyla yapısal anlamda ekonominin önceki kazanımlarınınkaybedildiği bir dönemin ülke olarak bizleri hangi noktaya götürebileceğini göstermektedir. Gündelik iktisadi gelişmelerden ayrı olarak daha da önemlisi ekonomide uzun dönemli etkileri olan eğitim ve istihdama yönelik politikaların ülkenin geleceğini şekillendirecek önemli adımlar olduğunun bilincinde olmamız gerektiğini söyleyerek sözlerimi tamamlamak isterim.