Eskişehir Teknik Üniversitesi’nden Dr. Okan Aksu yazdı….

Anne Frank ist meine Schwester

Acaba kaç anne ve baba korkarken kendi çocuğunu sakinleştirmeye çalıştı?

Benim aslında iki kız kardeşim var. Bunlardan birisi Anne Frank, anne veya babalarımızın bir olmaması bir anlam ifade etmiyor; o benim kız kardeşim, ikinci kız kardeşim. 

Onun 1929 yılında doğması ve 15 yaşında ölmesi de bir anlam ifade etmiyor, o benim kardeşim. 

Onunla hiç tanışmamış olmam, hiç oynamamış olmam veya beraber okula gitmemiş olmam da bir anlam ifade etmiyor. Beraber o kadar çok anımız var ki…

İkimiz de yazmayı çok severiz mesela… 

2022 yılının Ağustos ayında çok sevgili bir arkadaşım ile Zürih sokaklarında geziyorduk. Zürih’te kaldığım sürece boyunca yaşadığım ev Ortodoks Yahudi mahallesinin hemen dibindeydi. Oradaki afişlerde “detayı” fark etmemişim. Ancak Zürih’in merkezinde bir çift göz görünce tanıdım hemen kardeşimi, büyük bir serginin afişiydi, üzerinde şu yazıyordu: Anne Frank in der Schweiz – Anne Frank İsviçre’de… 

Demek o da oradaydı, İsviçre’deydi. Afişte sadece gözlerinin fotoğrafını kullanmıştı sanatçı. Gözlerini görmek bile yetmişti. 

Bazıları “her şeyi çok iyi hatırlamak lanetlettir” der. Ben de onlardan biriyim her şeyi hatırlarım. Olanları da, bana anlatılanları da…

Yerleri ve kişileri bilmek yetmez mesela hatırlamak için, tarihleri de bilmek yetmez. İma edileni de bilmek yetmez, söylenemeyeni de bilmek yetmez. Bizim tarih öğrenirken aslında unuttuğumuz en önemli noktadır bu; ruhları ve hisleri hatırlamamak… 

Özne ve nesne arasındaki ilişki bize tarihi anlatamaz. 

Ben hisleri de hatırlarım, acıları da…

Onu İsviçre’de görünce acılarımızı hatırladım, mutluluklarımızı, anılarımızı…

Onun elinden son ana kadar bırakamadığını defterini; 6 Milyon insan yapılanları… 

Babamın öyle bir oda hazırlattığından hiç kimsenin haberi yoktu, en azından benim için. 

Kapatıldık…

Biz onunla babamın ofisinin hemen arkasında yapılmış bir minik odaya saklandık. Savaş bitene, İnsanlık Suçlusu Naziler geri dönene kadar çıkmayacaktık oradan. Odanın dışardan bakıldığında kitaplık olarak görünen “kapısı” kapatılınca babam “Tamam” dedi. Uzun bir bekleyiş başladı. Onun korkuları vardı o sırada. Auschwitz’e gitmekten, gaz odalarından, işkenceden korkuyordu. Yazdığı her satırda bunu görmek mümkün. Bir çocuğun o yaşlarda oyun oynamayı düşünmesi gerekirken toplama kampını düşünmesi ne kadar korkunçtu. Bunu dünyada hiçbir çocuk hiçbir şekilde düşünmemeli. Dünyadaki tüm çocuklar sadece saklambaç oynarken “saklanmalı” körebe oynarken “yakalanmaktan” korkmalı. Dünyadaki en büyük korkuları oyuncaklarının kırılması veya bozulması olmalı. Tek çektikleri acı yemyeşil çimenler üzerinde oyun oynarken düştüklerindeki acı olmalı; hani o hemen gülerek yerden kalktıkları düşmelerden sonra. 

Çocuklar istedikleri her şey olabilmeli. Aslında herkes “olabilmeli”. Kimseden saklanmadan, utanmadan, fiziksel olan veya olmayan her türlü toplama kampına, cadı avına kurban olma korkusu olmadan. 

Herkes olabilmeli. 

Anne Frank Gazeteci olmak istemişti mesela, ben oldum; Anadolu Üniversitesinde Gazetecilik bölümünü bitirdim. Ancak o hepimizden ve herkesten daha iyi yazılar yazdı, bu bir gerçek. İnsanlık tarihi boyuna en çok satan kitaplardan biri oldu onun günlüğü. 

Evet, küçük bir odada kapatıldık, başka bir ülkeye de gitmemize izin vermediler. Anne günlüğüne “bizi istemeyen ama gitmemize de izin vermeyen bir ülkede mahsur” kaldık diye yazacaktı ilerleyen günlerde. İçinde bulunduğumuz duruma neden olan kişilere rağmen ilerleyen günlerde “yaşadığım her şeye rağmen, insanların halen iyi kalpli olduğuna inanıyorum” diye de ekleyecekti. 

Kapatıldık…

O kapı bir gün açıldı, bir cadı avında ihbar edildik ve yakalandık. Çocuk olmamıza bakmadan bizi de bir toplama kampına götürdüler. Çocuk olmamıza bile bakmadan. 

Bugün hala merak ediyorum, Holocaust boyunca çocuklara toplama kampının, gaz odalarının, krematoryumların ne olduğunu nasıl anlattı anne ve babalar? İşkenceyi, zalimliği, soykırımı, elektrikli telleri nasıl açıkladılar? 

Daha doğrusu anlatabildiler mi bunu çocuklarına? Onlara gaz odasının ne olduğunu söyleyebildiler mi? Acaba kaç anne ve baba gaz odasında korkarken kendi çocuğunu sakinleştirmeye çalıştı ölümü beklerken? 

“Dante’nin Cehennem için anlattıklarının bile komik kaldığı” o yerde nasıl avuttular onları? Açlıktan uyuyamayan çocuklara hangi ninnileri söyledi anneler? 

Anne Frank, benim kardeşim de tüm bunlara maruz kaldı. Henüz küçük bir çocukken tanıştı hepsiyle. Kampın kurtarılmasına çok az zaman kala açıklık ve hastalık nedeniyle aramızdan ayrıldı. 

Ondan geriye büyük acılar ve tanıklığı olan bir günlük kaldı. Bu günlüğü hepimiz okumalıyız. Okutmalıyız. Eğer tarihi sadece yıllar ve yerler olarak öğrenmek istemiyorsak -ki ben buna işlevsiz tarih bilgisi diyorum, Anne Frank’ın günlüğünü hepimiz okumalıyız. 

İnsanlık tarihinin en büyük felaketi olan Holocaust’u anlamak için değil sadece, insan olmanın ne demek olduğunu anlamak için okumalıyız. Okumalıyız ki bir daha bunu yaşamayalım. Küçük bir kız çocuğunun yazdıkları bize savaş ve nefret için kıvranan insanların “düşüncelerinden” ve yaptıklarından koruyabilir. 

Bugün buradan Holocaust boyunca acı çeken ve hayatını kaybeden milyonlarca kurbanı anarken bir kez daha söylemek istiyorum; “Anne Frank ist meine Schwester”, yani “Anne Frank benim kız kardeşimdir”.