Ülke olarak çok zor günlerden geçiyoruz. Yaşanan ekonomik kriz ailelerin dağılmasına, kişilerin kendilerini mutsuz hissetmelerine, yaşamdan tat almamalarına neden oluyor. Psikolog-Psikoterapist Aile Danışmanı-Sosyolog Mürüvvet Deniz Yıldırım, ekonominin psikolojiye yansımasını Eskişehir Ekspres okurları için paylaştı.

Pandemi süreci yaklaşık 2,5 senemizi bir belirsizlik içerisinde geçirmemize sebep olmuş ve bizleri hem maddi hem de manevi olarak yormuştur. Bu süreçte hastalıkla mücadele edenler, hastalığa yenik düşenler, işlerini kaybedenler hatta iflas edenlerimiz olmuştur. Tam aşılarımızı olduk, maskelerden kurtulduk derken, ’’iş hayatı ve hayatımız artık normale dönmesini umut ederken’’ bu defa da ekonomik olarak sıkıntıların içinde kendimizi bulduk.

Bu sıkıntıları nasıl hissettik ? Önceden markete gittiğimizde 200-300 TL'ye yaptığımız alışverişi 500-600 TL'ye yapamaz olduk. Gelirlerimiz sabit iken bu yaşanan çok hızlı fiyat artışları sonucu, Alım gücümüz hergün erimeye başladı, buna karşın alınan ekonomik önlemlerin yetersiz ve etkisiz kalması sonucu, insanların kaygı ve korkularında büyük değişimler yaşanmaya başladı.

Toplumsal travmaların, politik ve ekonomik krizlerin beraberinde getirdiği belirsizlik ve tedirginlik ortamı, toplumun her kesiminde, insanların günlük hayattaki gerginliklerini, geleceğe dair endişelerini artırmaktadır. Bu kadar çok cephede savaşmak zorunda kalan bireyler kendi iç dünyalarında neler yaşıyor?

Psikolojik durum çok boyutlu bir kavramdır. Ekonomik sorunlar kişilerin hem bireysel hem de sosyal yaşamlarında yıkıcı bir etkiye sahiptir. Sosyolojik olarak da değerlendirdiğimiz zaman gelir eşitsizlikleri insanların ruhsal durumunu olumsuz olarak etkilemektedir. Ekonomik olarak yetersizlik yaşayan ya da işsiz bireylerde kendine güven ve kendine saygı zedelenerek yıkıcı etki kendini göstermeye başlar ve psikolojik sorunlar derinleşerek bunu takip eder.

Ekonomik krizlerin ve belirsizliklerin yaşandığı zor dönemlerde sık gözlemlenen bu yoğun stres, insanların bağışıklık sistemini zayıflatarak vücut dirençlerini düşürür ve hastalıklara daha kolay yakalanmalarına ve yakalandıklarında da çok daha zor atlatmalarına yol açar. Kişilerde yoksulluk, işsizlik, işini kaybetme, maaşını alamama, piyasadan alacaklarını tahsil edememe gibi durumlar kaygı bozukluklarına, intihara bağlı ölümlere, depresyona, alkol ve madde kullanım bozuklukları, psikosomatik rahatsızlıklar gibi psikolojik sorunları tetikleyebilir.

İçinden çıkması zor bu kısır döngü, insanların gittikçe daha karamsar, daha çaresiz ve umutsuz hissetmesine neden olabilir. Yapılan araştırmalar bu sıkıntılara maruz kalan bireylerde bu sıkıntılara maruz kalmayan bireylere göre daha fazla olduğunu göstermiştir. Bu rahatsızlıklarının birkaçının birlikte görülmesi ya da birinin tek başına görülmesi muhtemeldir. 

İş kaybına bağlı stres genel olarak iki alanda gerçekleşmektedir. Bunlardan birincisi finansal baskıdır. Finansal baskı ruhsal rahatsızlıkların hem başlangıcı hem de devamıyla güçlü bir şekilde ilişkilendirilmektedir. İş kaybıyla gelen gelir kaybı bireyler ve aileler tarafından karşılanması gerekli büyük finansal yükümlülükler getirir. Bu yükümlülüklerin karşılanamaması durumunda bireyler ailelerine ve çevrelerine karşı zor durumlara düşebilmektedirler. İkinci alan ise bireyin benlik duygusu ve dünya üzerindeki yeridir. İşsizlik benlik kavramını, kimliğini doğrudan tehdit edecektir. Ve bireyin kendine değer verme duygusuna zarar verebilir. İkisi de insan varlığı için çok önemlidir. Bu sosyal değişikliklerden belki de en önemlisi aile içinde meydana gelen değişimlerdir. Aile, sosyal ve bireysel oluşumun aracı olduğu için özellikle ülkemiz kültüründe yaygın olan ataerkil aile yapısında, işsizlik nedeniyle aile içi rollerin parçalanması başta aile reisi olmak üzere, tüm hane halkı üzerinde olumsuz sonuçlar doğurabilir. Ailenin gelirinin tek kişi tarafından kazanıldığı durumlarda beklenmedik bir iş kaybının etkisi ise çok daha yıkıcı sonuçlara sebebiyet verir.

Tek gelir kaynağı aile reisinin işsiz kalması sonucunda, hayatı devam ettirebilmek adına bu seferde evin hanımı olan eşin çalışma zarureti ortaya çıkmakta, bu 
seferde işsiz aile reisi, kendi para kazanamayıp eşinin para kazanması durumunda psikolojik çöküntü ve kültürel baskı hissetmesi sonrası büyük sıkıntı  yaşamaktadır. Bu durumda kişi artık vasıflarının dışında bir iş aramanın yanı sıra başka bölge veya ülkelere göç etmeyi düşünmekte ve bunların hiç birini  gerçekleştiremeyen kişi kendisini tamamen çaresiz hissedebilmektedir. 

Uzun süre iş arayıp bulamayan aile reisinde psikolojik olarak öğrenilmiş çaresizlik hali iş arama şevki ve etkinliğini azaltır. Bir süre iş bulamamış olması da kendine olan güvenini kaybetmesine yol açar. Toplum içerisinde mesleği sayesinde yüksek statüye sahip bir insanın işini kaybetmesi, ailesinin sosyal hayattaki ilişkilerini sarsabilir, ailenin o güne kadar içinde yaşadığı sosyal ortamların birden değişmesine, aile üyelerinde önemli kimlik problemleri ve psikolojik problemler yaratabilir. Kişinin iş bulma şansının azaldığı ya da ekonomik güçlüklerle baş edemediği durumda kişinin kendi içine kapandığı tehlikeli dönemdir.

İntihar genellikle depresyonla ilişkilidir. Depresyon kişinin zorluklar karşısında direncini ve tahammüllerini azaltır, kırılganlığını artırır, yoğun iç sıkıntısı ile birlikte çeşitli endişe ve korkuları tetikleyebilir. Fark edilmemiş ve tedavi edilmemiş depresyon, zamanla kişinin psikolojik sağlamlığını, esnekliğini, uyum gösterme kapasitesini azaltır; sosyal bağlarını zayıflatır. Çaresizlik, umutsuzluk, yalnızlaşma ve yabancılaşma ile birleştiğinde intihar riski artış gösterir. Bu problemlerin sonucunda aile içi şiddet , eşlerin ayrılması gibi sonuçlar görülebilir. Bu dönemde gerekli önlemlerin alınmaması ileri derecede ruhsal rahatsızlıklara ve fiziksel rahatsızlıklara hatta intihara yol açabilir. Psikolojik sonuçların beraberinde kişide uyku sorunları, yeme alışkanlıklarında değişiklikler, cinsel isteksizlik, önceki aktivitelerinden zevk alamama, çökkünlük hali görülmektedir.

Bu durumda olan kişilerin hobilerini ve sosyal hayatı terk ettikleri, sosyal etkileşimden çekilme gösterdikleri gözlenmektedir.Zorluklar karşısında zaman zaman stresli, kaygılı hissetmek, hatta zaman zaman karamsarlık ve umutsuzluk içine düşmek, varoluşsal sorgulamalar yaşamak elbette hayatın doğal parçalarından biridir. Fakat önemli olan düşmemek değil düştüğümüzde nasıl kalkacağımızı bilmektir. Bu gibi durumlarda insan sosyal bir varlıktır ve toplum içerisinde yaşar.

Öncelikle kendimizin sonra çevremizin farkında olarak psikolojik sağlamlığımızı arttırmalı sosyal desteğe açık olmalıyız. Öncelikle ailemizden destek almalı onlarla her şeyi paylaşmalı ’’onları üzmemek ’’ adına sorunlarımızı, duygularımızı kendi içimizde yaşamamalı, onlar ile paylaşmalıyız. Stresle baş etme, problem çözme ve iletişim becerilerimize ne kadar yatırım yapılır ise, o kadar koruyucu ve destekleyici işlevi oluşur. 

Bize iyi gelen ne ise, o bizim güç ve yaşam kaynağımızdır, kimi için bu ailesi, arkadaşları, komşuları, kimi için hobileri, evcil hayvanları, sanat, spor, kimi için doğa bir kaynak olabilir. Kaynaklarımızı fark etmek, onlara olabildiğince zaman ve alan açmak, sosyal destek sistemlerimizi harekete geçirmek, birbirimize temas etmek en destekleyici ve değerli şeyler olabilir. Bazen kişinin kendi kaynaklarının farkında olmadığı ya da kendi kaynaklarını henüz keşfedemediği durumlarda profesyonel bir destek alması oldukça yararlıdır. Zira depresyon terapi yöntemi ile tedavi edilebilir bir durumdur.

Krizler beklenmeyen, istenmeyen, kontrolümüzde olmayan olağanüstü durumlardır. Bizim elimizden gelen bu durumda psikolojik sağlamlığımızı arttırmak, kendi kontrolümüzü sağlamak, duruma uyum sağlamaya çalışmak ve bu durumun sadece bizim başımıza gelen bir durum olmadığını unutmamaktır.

İlk haftamızın konusu ile sizlere merhaba demek mutluğu içinde sağlıkla kalınız.