Nick: Biliyorum sahtekarlıklarını, beni küçük düşürmek için yaptıklarını. Korkutsunlar beni başarabilirlerse eğer ama vazgeçmem inandıklarımdan!

Snout: Değişmişsin!

Nick: Gördüğün ne ki, kendi sefilliğinden başka ne olabilir ki? Yürüyorum buralarda dilediğim gibi ve söylüyorum düşlerimi…

Titania: Hangi melek bu çiçeklerle bezenmiş yatağımdan kaldıran beni? 

Nick: …ve görecekler korkmadığımı!

Titania: Yalvarıyorum asi ölümlü, dökülsün sözler dudaklarından. Senin sesin büyülüyor beni ve görünüşün olmalı kamaştıran gözlerimi seviyorum seni...

William Shakespeare

Bir Yaz Gecesi Rüyası 

III. Perde I. Sahne 

***

Çok uzun bir süre yaşamış bir oyun yazarının günümüz insanına anlatacak o kadar şeyi var ki…

Bir yaz Gecesi Rüyası William Shakespeare’in en farklı bulduğu eserlerinden biridir. Oyunun hangi kısımlarının gerçek hayat hangi kısımlarının bir rüya olduğu belirsizdir. Sınırlar muğlaktır, karakterler ise çoğu zaman sembolik anlamlar taşır. Öyle ki, oyunu karakterlerin taşıdığı anlam ile bütünleştirince anlayabiliriz. 

Genel hatları ile insan ufkunu açan bir yapı taşır aynı zamanda deneyimin ne kadar önemli olduğunu gösterir. Karmaşık bir yapı içerisinde sonsuz olasılıklar ihtimali taşıyan oyunu insan en iyi kendi deneyimleri ile bütünleştirerek anlar. 

Kendini anlamayan ve anlamlandıran insana hayatın öğretecek pek bir şeyi kalmaz. Hayatı anlamlandırmanın en güzel ve en geçerli yolları sanat ve felsefeden geçse de Shakespeare burada bir anlam ve analiz eksikliğini gözler önüne serer. Şüphesiz sanat ve felsefenin dışında da hayatı anlamlandırmanın eksik yönü deneyimdir. Zira deneyimden yoksun, yaşanmayan bir şeyin ifade ettiği anlam her zaman “ikinci el” olmaktan ileri gitmeyecektir. 

İnsan hayatı da öyledir; mutlu olmanın, hayatı güzel bir şekilde yaşamanın sihirli bir formülü yoktur. Başkalarından gelen bütün tavsiyeler, öneriler ve projeler birey deneyimin uzak kaldıkça anlam ifade etmez kimseye. Hele ki başkalarının deneyimi üzerinden başarıya ulaşma formülü başarısızlıkla biter her zaman. Bu da kişinin kendisine olan güveni tüketir, bireyin insan olması deneyimi yaşamasına engel olur. 

Soğuk bir kış günü, günlerden Pazar. 

Ertesi gün sonu gelmez işler, e-postalar ve sunumlar ile dolu bir hafta başlayacak. 

O yıllar kendime karşı olan sabrımı tüketmenin eşiğindeydim. Üniversite bitmiş, hayat başlamış, tüm rutinliği ile de başlar başlamaz sıkıcı hale gelmişti. 

Bir de yoğun çalışma temposu, gözle görülmeyen ancak surata atılmış bir yumruk gibi kendini hissettiren “plaza rekabeti”, geleceği görememek ya da gördüğünden mutlu ol(a)mamak.

Kısacası yıllar boyunca okuyup, çalışıp belli bir yere geldikten sonra ortaya çıkan o büyük boşluk hissi…

Akşam saatleri soğuk İstanbul’un üzerine karanlığını insanın içini karartan bir battaniye gibi seriyordu. Güzel bir kahvaltı ve sonu gelmez kahvelerimin ardından Büyükada’dan vapurla ayrılmıştım. Dalgalı deniz, soğuk rüzgâr ve İstanbul… 

Vapurun güvertesine çıktım, soğuk hava çiseleyen bir yağmur eşlik etmişti. Sağımda bir kadın denize bakarak telefonla konuşuyor, arkada sevgilisinin ellerini tutan genç bir erkek sonsuz bir romantizm yaşıyordu. Bir şekilde hayatın anlamını bulduğu çok belliydi sanki.

İlerde İstanbul tüm heybeti ile duruyordu. Milyonlarca kişinin yaşadığı bir şehir… 

Konunun içinde ne zaman İstanbul varsa, orada pek çok hikâye vardır. Hikâyeler ise bir anlam ile değerli olur. 

O dönemlerde Türk yayıncılık sektörü tarihinin bence en parlak yıllarını yaşıyordu. Amerika ve Avrupa’nın terk etmeye başladığı bir yayıncılık akımı Türkiye’de büyük alışveriş merkezlerindeki süslü kitapçıların ışıklı vitrinlerinde okuyucuya çok şey vadederek yeniden doğuyordu; büyük şehirlerde yaşayan mutsuz beyaz yakalılara mutluluk ve başarı formülleri!

Bilimsellikten uzak, laf kalabalığı ve vaatlerle dolu, indirgemeci, tek tipleştirilmiş insan yaratan “kitaplar” … 

Kişisel gelişim kitapları!

Onlar her yerdeydi, herkesin elindeydi, o kadar popülerdi ki, o dönemlerde insanlar birbirine hangi kişisel gelişim kitabını okuduğunu ve takip ettiğini sorardı. 

Bugünün diyetleri gibi…

Eğer bu kitaplardan üç tanesini okursanız hemen fark edeceğiniz iki nokta görürsünüz;

İlki, insana güç veren motivasyon konuşmaları, ikincisi ise “istemenin gücü” mantığı. 

İstemenin gücü kısaca “bir şeyi çok isterseniz olur” diyen, eğer olmuyorsa “yeteri kadar istemediğinizi” ve çalışmadığınızı söyleyerek sizi suçlayan bir basma kalıp bir düşünce biçimi… 

Sizin ne yaşadığınız, ne hissettiğiniz, nasıl bir durumda olduğunuzu hiç önemsemeyen “öğretiler”. 

O kadar şanslıyım ki o dönemlerde bu kitaplardan sadece yedi tanesini okudum. Sonra bu kitapların hep aynı şeyi anlattığını fark ettim. 

Bir yararı yoktu…

Burada bahsettiğim kitaplar tamamen sahte bilim içerikleri ile oluşturulmuş kitaplar. Piyasada Psikoloji Biliminin gerçekleri ile alanında uzman kişilerce yazılmış harika kitaplar var. Onlar kesinlikle bu bahsettiğim kitapların içerisinde yer almamaktadır. 

O vapurda İstanbul’u izlerken bunu düşünüyordum. Son aldığım kitap bitmiş ve bana bir şey katmamıştı. Kitabın kapağına baktım, “kötü ürüne iyi reklam” yapılmıştı. 

Sonra ardından nedense aklıma eski dostum William Shakespeare geldi. Onun anlattıklarını yeniden anımsadım. Biraz utandım çünkü bildiklerimden uzaklaşmıştım, sanatı ve felsefeyi popüler kültür ile aldatmıştım.  

O an şunları düşündüğümü hatırlıyorum; William Shakespeare’in da sürekli söylediği gibi hayatın kendisi koca bir sahneydi. Bu sahne içinde yaşanması gereken her ne varsa yaşanmalı, söylenmesi gereken sözler söylenmeli, hissedilmesi gereken duygular ise hissedilmeli. 

Bir Yaz Gecesi Rüyası adlı eserinde bunu anlatıyordu büyük yazar. Değişmek, korkmak, kırılmak, hayal etmek, sevmek veya nefret etmek. Duyguların aslında bir yeri, sırası ve kuralı yoktu. Mutluluğun, mutsuzluğun, başarının, başarısızlığın bir formülü yoktu.  Deneyimlemediğimiz hep bize uzak kalandı. 
 
Acı çekmek, üzülmek, sevinmek, mutlu olmak, rüya görmek, başarısız olmak, başarılı olmak, doğru yerde yanlış zamanda olmak, yanlış yerde ama doğru zamanda olmak, kaybetmek, aşk acısı çekmek, hayallerin gerçekler ile temas etmemesi… 

Kısacası deneyim. 

***

Kendi deneyiminiz, ikinci el olmayan, başkasının yorumlarına dayanmayan, duygu politikasından uzak, sadece size ait olan deneyiminiz. 

Bunları ise olduğu gibi kabul etmek. Beni mutlu eden şey bu. 

Titania ve Nick… 

O sahneyi yaşamasaydı ne kadar çok şey eksik kalırdı değil mi? 

Kişisel gelişim kitapları bir işe yaramaz, başkalarının tavsiyeleri ile bir hayat yaşanamaz. 

O an tüm kişisel gelişim kitaplarımı çöpe atmaya karar vermiştim. 

Anladığım bir diğer şey ise kışın vapur güvertesinde seyahat etmenin iyi bir fikir olmadığıydı. Üşümüştüm. 

Sıcak kahve istiyordum.