Virginia Woolf, Pazartesi ya da Salı adlı eserinde bir ağacın tek başına yüzlerce birbirinden farklı yaşam ihtimali olduğunu anlatır. 

Derine saldığı kökleri ile yer değiştiremeden, şekil değiştiremeden…

Ünlü dizi SATC’de ise Mr. Big yatak odasının bir duvarını kırmızıya boyar. Bunun güzel olacağını düşünür. Bu sayede hem hayatına bir yenilik ister hem de felaketler ile dolu aşk hayatını düzeltmeye karar verir.  Ancak olmaz…

Küresel olarak kötü günler geçirdiğimiz bu günlerde aslında hepimiz biraz geçmişle uğraşır olduk. Moralimizi bozan olgu ve olaylara istemeyerek de olsa daha fazla odaklanır olduk. Algılarımız yavaş yavaş bozulur oldu. İzole olmanın getirdiği etki ile bizi üzen olaylar hakkında “sahte anılar” oluşturan beynimiz bizi depresyona daha fazla yaklaştırır oldu. 

Elbette küresel bir sağlık krizi üzerinden duygu politikası yapmak şu an için çok doğru olmayabilir. Ancak dürüst olmak gerekirse bu konuda konuşmak için şu anda fazlaca deneyimimiz olduğu da bir gerçek. 

Duygularımız üzerinde düşünürken genellikle iki zıt kutup üzerinde dururuz: mutluluk ve mutsuzluk. Hepimiz bir şekilde mutluluğu bulmayı, yaşamayı ve mümkünse etrafa yaymayı isteriz. Ancak sürekli mutlu olmayı düşünerek mutlu olamayız. 

Bu gece karanlıkta ıssız bir ormanda gezerken sürekli olarak “korkmamalıyım” demeye benziyor. Korku üzerine odaklanarak, sadece korkuyu düşünerek hissedebileceğimiz tek duygu korkunun kendisi olur.  

Devletlerin tarihi olduğu gibi aslında insanların da tarihleri vardır. Kişisel tarihimiz üzerine düşünürken, olayları hatırlarken, nedenler ve sonuçlar üzerine düşünürken seçici bir hafıza devreye giriyor şüphesiz. 

Bu seçici hafıza demin bahsettiğim bozulmuş ve çarpıtılmış ve algılar, kişisel olarak kendimize karşı savunduğumuz duygu politikası ve hatta hafızamızdaki olayları daha dramatik hale getiren sahte anı yaratma biçimimiz ile bu dönemi çok rahat bir şekilde geçirmemiz mümkün değil sanırım. 

Bu noktada şahsi görüşüm kişisel tarihimizi bireyin olarak mutlu olduğumuz olay ve olgulara yönlendirmektir. Eğer geçmiş ile karşılaşacak ve onun ile bir şeyler yapacak ve hatta kendisini dinleyeceksek mutluluğumuzun tarihini dinlememiz gerekir. 

Bu şu an kişi olarak kendimize yapabileceğimiz en büyük iyilik olacaktır. Tarihimiz; ayrılıklar, depresyonlar, başarısızlıklar, dibe vuruşlar, hatalar, yanlışlıklar, yalnızlıklar, ihanetler, haksızlıklar, kaybedilen savaşlar, terk edilişler, kırılan kalpler, kaybedilenler, kaçan fırsatlar, vazgeçişler, düştüğümüz tuzaklar, hastalıklar, gerçekleşmeyen hayallerden ibaret değildir. Aslında şüpheci ve nitel bir gözlem yaparsanız tüm bu olayların hayatınızda ne kadar az yer kapladığını görürsünüz. 

Ancak şu çarpıtılmış algı ve sahte anı yaratan beynimiz yok mu? 

İşte o kişisel tarihimize bakarken çoğu zaman odaklandığı şeyler ile mutsuz eder. 

Ben mutluluğu çok farklı şekillerde yaşadım. Hani şu ortalıkta gezen ve insanlara hayal pazarlayan “sertifikalı” sözüm ona “kişisel gelişim uzmanları” gibi etrafa mutluluk vaazları verecek biri de değilim. Depresyonu da üzüntüyü de iyi tanırım. Ünlü sanatçı Yeşim Salkım’ın ifadeleri ile her ikisi ile de “bir kahve içmişliğimiz” vardır muhakkak.  Ancak doğum günümün yaklaştığı günlerde hayattan şunu öğrenmeye başladım. Odaklandığım yere dikkat etmem lazım, zira kahve içmek kısa sürer…

Carrie Bradhaw yıllarca kendisini üzen, kıran, yenilgiye uğratan Mr. Big’e bir şans vermeye karar verir. Kafasında aşk ve mutluluk için bir kalıp vardır ve Mr. Big bu kalına bir türlü uymaz ve sığamaz. İkisinin aşk geçmişi bir çeşit felaketler tarihidir bir bakımdan. Üçüncü sezonda Big bir gün Carrie’yi geçmişle barışmak için çağırır ama olmaz. 

Carrie o sahnede o çok ünlü repliğini söyler “Because, sweet friend, you and i are like that red wall. it's a good idea in theory. But somehow, it doesn't quite work.

And just like that, i realized big and i weren't "us" any more. We had become something else. What it was, i had no idea”. *

Bir ağacın tek başına yüzlerce birbirinden farklı yaşam ihtimali olduğunu anlar. Aşkın da, acının da, sevmenin de farklı versiyonları olduğunu kabul eder. O andan itibaren Mr. Big ile olan iyi şeylere odaklanır. Felaketlerin tarihine değil. 

Hepimizin “Kırmızı duvarları” vardır. Bunlar ile barışmak ve onları farklı renklere boyamak dileği ile… 


 * “Çünkü tatlı dostum, sen ve ben aynı bu kırmızı duvar gibiyiz. Teoride çok iyi bir fikir. Ama bir şekilde olmuyor. Ve aynen bu şekilde Big ve ben artık “biz” değildik. Başka bir şeye dönüşmüştük. Ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu”.